Tuesday 31 August 2010

Previously on the Tour of the UK, 3. gün


57 kilometrelik turun en kısa parkurundan sonra Darlington'a vardık. Üzerimizde hala ilk iki günün ağırlığı ve Newcastle girişinde yaşadığımız kurban bayramında otobana kaçmış dana gerginliği mevcut olduğundan 3. gün 4 buçuk saatlik sürüş bize yetti de arttı. Günün ikinci yarısında daha önce de anlattığım Çaarı'nın düşüşü de kaymak olunca, önceki kilometrelerde kafama takılan 'daha mı uzak bir yerlerde kalsaydık ki?' sorusu kendiliğinden silinmiş oldu. Tur boyunca ilk günkü skandalı saymazsak ortalama saat 7'de vardık kalacağımız şehre. Darlington'a giriş yolumuz üzerinde elimizle koymuş gibi
bulduk otelimizi.
Duş alıp üst-baş değiştirmek gibi 'insanlığa geri dönme' çabaları bir yana kaldığımız otellerde ritüelimiz hemen 3. gün düzene oturdu. İlk iş ertesi günün rotasını ayrıntıya girmeden konuşup, yemekten sonra saat çok geç olmamışsa rezervasyonumuzu yapıyorduk. Bu işlem cuma gecesi ve cumartesi sabahı boş oda kıtlığı nedeniyle bir kabusa dönüşürken, son 3 gündür booking.com'un keşfi ile mertliğini tamamen kaybetmiştir. Ertesi günü garantiye aldıktan sonra genellikle çamaşır saati geliyordu. Kaldığımız otelin rezistanslı havlu kurutucusu da varsa keyfimize diyecek olmuyor ve ben ertesi gün afgan kamyonu gibi sürmek zorunda kalmıyordum. Toplam 6 forma, 4 kısa, 2 uzun tayt ile yola çıkmıştık ve yük-fayda eğrisinde karlı bir noktada kaldığımız farkettik. Çaarı Newcastle'da uykusunu alamadığından beri erken uyuyor (misal şu an gitti..). Ben de elimden geldiğince sizi haberdar etmeye çalışıyorum. Bu konuda bana yarenlik eden kadim dostum çay, kaldığımız istisnasız her odada su ısıtıcısı bulunması sayesinde yine yanımda. Ama iyi demlenmiş güzel bir harmanı nasıl özlediğimi de anlatamam. Sabah kalkışlarımız genellikle sorunsuz oluyor, uykuya doyuyoruz. Şimdiye kadar en azından uyandığımız günü çıkartacak gücü biriktiremediğimiz olmadı. Sabah ve akşam ilaç seanslarımız var. Her sabah c vitamini ve mide koruyucu alıyoruz, ağrımız varsa ağrı kesici, kırıklık varsa parasetamol derken polikliniğe gelen teyzeye ne ilaç kullanıyorsun denmiş kadar hap birikiveriyor ortalığa. Daha sonra Çaarı şehir giriş çıkışlarını ve yerleşimleri not ederken ben eşyaları toparlıyorum. Saat 11 gibi en geç yola çıkıyoruz. Nemli ve serin hava sayesinde sabah serininde sürebildiğimiz kadar sürelim endişesi taşımıyoruz, bu kayda değer bir avantaj. Çoğu sabah kahve içip mi çıksak lüksüne kapıldığımız dahi oldu. Acelemiz yok, ya da var ama 'aceleyi yavaş yapıyoruz'.

Turun son gecesi


Neredeyse bitti..

Oxford..


Bu akşam oxford merkezinde kalıyoruz, yorgun da (Çağrı çok yorgunmuş) değiliz. Biraz şehri gezeceğiz, bugünkü yolun hikayesi artık sırası geldiğinde..

8. gün


Dün Northampton'a gelmeden 35 kilometre kadar önce Jurassic Park'ı bulduk. Bakalım yol bugün ne sürprizler hazırlamış bizim için.

Monday 30 August 2010

Previously on the Tour of the UK

'..Yere düşmekle cevher, sakıt olmaz kadr-ü kıymetten..'
Durham çıkışında ilk zayiatımızı(kesin öbür türlü yazılıyor bu) verdik. Çağrı ve Doblo'su yol kenarındaki bir yükselti konusunda inatlaşınca tur doktoru olarak bana biraz iş çıktı. Zamanında buz pateni, kaykay, rollerblade gibi yerle yeksan olma ihtimali yüksek meraklarımız sayesinde düşmeyi biliyoruz. Çağrı da bu kazayı sadece hafif sıyrıklarla atlattı, yarasını temizleyip kapattık. Şu anda da yaralı stayla olarak eskisinden daha rahat (ilk düşüşe kadar düşmekten çok korkarsınız) yoluna devam ediyor. Ha yanında ortopedist taşımak ona bir güven veriyor mu bilmiyorum..

Previously on the Tour of the UK


Newcastle'dan çıkışımız girişimiz kadar olmasa da karmaşıktı. Bir süre çevre yoluna katlanıp Angel of the North'a bir elimizi sürdükten sonra tek gidiş gelişli daha sakince bir yola kendimizi atmayı başardık. Her ne kadar bize ayrılmış bir şerit ve bir sürü yönerge olsa da yanımızdan hızla geçip rüzgarıyla bizi çalkalayan tırlarla birlikte sürmek keyifli değil. Oyalanmalarla iki saatlik bir kasabalar arası sürüşten sonra öğle yemeğimizi planladığımız Durham'a geldik. Girişte ibremizi 50 km/saate vurduran bir iniş, dolu mideyle çıkılacak olması haddinden aklımıza takıldı. Neden sonra Durham'a girdik ve nerede ne yaptığımızın önemli bir kısmını unutuverdik. Sıradan bir britanya kasabası gibi başlayan görüntü şehri kesen nehre ulaşmamızla gerçekliğini yitirdi. Neyse ki şehrin eski köprüsü üzerinde onarım vardı da en azından zaman oryantasyonumuzu kaybetmedik. Çünkü tam köprü üzerindeyken hemen önümüzdeki tepeye bütün heybetiyle yerleştirilmiş 'bir kasabaya göre neden bu kadar büyük?' katedralin çanları, insan kulağının işitemeyeceği bir frekansta aslında bin yıldır aralıksız titreşen seslerini yükseltip bizi selamladı. 
Kan şekerimiz yerlerde süründüğü için bu görkemli manzaranın övgü ve görüntülemesini yemekten sonraya bırakıp, şehrin bana Bodrum'u hatırlatan canlı çarşı sokağını tırmanmaya başladık. 
Ertesi gün göreceğimiz Knaresborough'nun aksine Durham biraz daha turistik ve daha dışa dönük biz izlenim uyandırdı. Başınızı kaldırıp gökyüzünden itibaren eski mimari dokuyu tararken en alta iliştirilmiş fiyakalı vitrinli pahalı mağazaları yadırgıyorsunuz. Ha şehir belki de böyle ayakta duruyor ayrı konu, da insan bari neon lamba koymaya utanır. Bu sokak bizi sola doğru tatlı bir kıvrımla tepelikte bir meydana çıkardı. Hemen karşımızda katedralin her anlamda gölgesinde bir kilise ve tesadüfen yeni evlenmiş bir çift bulduk. 









Meydanda şehrin ortaçağ dokusuna uyumlu malzemelerle inşaa edilmekte olan bir heykel kaidesi etraftaki bütün diğer heykellere 'yenidir lan bu?' şüphesi ile yaklaşmama yol açtı. Meydanın geneline hakim bir 'leş gıda'cı önündeki direğe bisikletlerimizi kilitleyip yemeğimizi yedik. Ağrıyan dizlerimiz için Boots'dan voltaren krem aldıktan sonra katedralin etrafını keşfetmek üzere geri döndük. 











Çağrı ağrıyan dizi ve dün gece iyi uyuyamamış olmasından biraz keyifsizdi. Ben de onu dinlenmesi için köprünün ayağının dibindeki italyan (niyeyse?) kafesine bırakıp şu yolun peşine düştüm. Nehirin yanıbaşında birkaç yüz metre ilerleyen yol beni ikinci taş köprünü üzerine çıkardı. Buradan karşıya geçip karşı kıyıda nehir boyunca sürmeye devam ettim. sık sık nehire tehlikeli yanaşmalar yapan yol lastiklerim ince olduğundan çok geçmeden beni caydırdı. Tam dönmek üzereyken başımın üzerinde bir kilisenin çan kulesi yükseldi. En yenisi iki yüzyıl önce dikilmiş onlarca mezar taşının arasında Model'in 'pembe mezarlık'ını mırıldanarak dolandım biraz. Sonra bir trek reklamına daha malzeme ettim kuleyi:
Dönüşte karşıya geçtiğim köprüye vardığımda, aynı kıyıda bulunduğum için ihtişamını gözden kaçırdığım katedral yeniden gündemime yerleşti. Karşı kıyıda ilk köprüye doğru biraz daha sürdüğümde yoluma nehirde kürek çekmekte olan kayıkların iskelesi çıktı karşıma. Burada, az önce üç pedalda geçip arkama bile bakmadığım köprüden utanç içinde özür diledim.
Bütün görüntüler sesler dahası kokular(tanımadığım otlar çiçekler ve turist kadınlar) yukarıdaki bir pastel tablodaki gibi. Nasıl aç oturduysam başına, şu an gözümü kapattığımda katedralin çanlarını çaldırıp önümden de su sesi olsun diye bir kayık geçirebiliyorum. Bu tur bittiğinde bu şehir büyük olasılıkla 'peki neresi?' sorularının ilk yanıtlarından biri olacak. Beni buraya sırtında taşıyan altın yeleli küheylanıma(görgüsüz..) selam ile Durham'dan çıkıp Darlington'a gidiyorum.









Köprünün karşı kıyısında Durham Kalesi ve ağaçların arasında, dahiyane bir planla bizi kestirmeden Darlington yoluna çıkaracak Çaarı. 

7. gün, Northampton (kuzeyhamud)


Çok yolumuz var sandık biz bugün. Ne var ki 96. kilometrenin sonunda olaysız (olumsuz anlamda) ve sorunsuz yine otelimizdeyiz. Ayağımız çabuklaştı biraz, ortalamalarımız giderek yükseliyor. Yokuşları 20 ile düz yolda da 35 km/saat hızla gidebiliyoruz. Hele Çağrı kamyonete bir ivme kazandırdı mı duramıyor zaten.

Nottingham'dan çıkışımız çok kolay oldu, bunda yanımızda taşıdığımız ÇPS (Çaarı pozişıning sistemi) cihazının önemli rolü var. Her sabah otelden ayrılmadan yolumuzda geçeceğimiz tüm yerleşimleri ve önemli sapakları yalnız kendinin deşifre edebildiği sinek pisliği puntosundaki yazısı ile yazıp bisikletin orta barı ile vites telleri arasına sıkıştırıyor. Bugün Loughborough'daki manasız bir dirseği kestirme yollarla bu sayede savuşturabildik ve sanırım bu sayede hesabımızdan daha kısa bir yolla vardık hedefimize. Bugünün sürprizi Nottingam çıkışında karşılatığımız iki bisikletli ile önce kibar selamlaşmalar ve sollaşmalarla başlayan, akabinde 'E aynı yere gidiyoruz sanırsam' sohbeti ile devam eden yol arkadaşlığımızdı.
İsimlerini öğrenemedik, sadece Nottingham'da yaşadıklarını ve Leicester'a kızının evinde yemeğe gittiklerini biliyoruz. Yaklaşık 20 kilometre kısa sohbetlerle birlikte sürdükten sonra arayı açıp gözden kayboldular.


Leicester'a giriş ve çıkışımız düşündüğümüzden kolay oldu. Ön cepheleri çiçeklerle süslü sevimli dükkanlarla dolu sokaklarda gezdikten sonra bir şeyler yedik. Görülecek fazla bir şey olmaması üzerine yine vakitlice yola koyulduk.

Sağdaki resimde Leicester çarşısında bir meydan, bir saat kulesi ve Olgar'ın İzmir özlemi görülüyor.











Yolun ikinci yarısında (Leicester - Northampton) yeşilin derinliği, yolu sanki yutmaya çalışması yönünde İskoçya yolları ile kapışacak güzellikteydi. Sıkı çimenden yaklaşık iki metrelik bir kenar çizgisi kuralmış gibi bütün yolun kenarında devam etti. Yolun birbirinden ayırdığı sevgililer gibi karşılıklı dallarını uzatmış ağaçlar yüzünden sık sık yolun ortasına kadar yaklaşmak zorunda kaldık. İşte bu tünel bitmesin diye iyice hızımızı kıstık, mola için gereksiz bahaneler bulduk. Bisikletlerimiz yolu takip ederken zihinlerimiz sayısız kez ormanın içinde kayboldu.


Bugün yolumuz bize biraz kısa geldi, benim hala süresim var..

Bisikletçi Çantası nedir?


Bazı müelliflerin bu konudaki hassasiyeti üzerine bir bisiklet çantasının diseksiyonunu yapmaya karar verdik. Koronal kesitte yaptığımız bifurkasyon longitudinal kesi ile dış kaplamayı aştık, ardından künt diseksiyon ile katları geçerek internal yapıyı bütünüyle ortaya koyduk. Şekilde ilkokullarda bulunan iç organlarımız maketi benzeri çanta muhteviyatı görülüyor. Her sabah sorunsuz kapanabilmekle birlikte çantanın içerik konformasyonu her gün aşağı yukarı değişiyor.
Anestezi: operatör için koku önleyici sprey
Operasyon süresi: 2 dakika
Leicester'da öğle yemeği yedik, yola çıkıyoruz.

Previously on the Tour of the UK


Newcastle güneyinde Durham şehri. Görüldüğü gibi burası uzun uzun anlatılmayı hak ediyor. Bir Knaresborough bir de burası 7. günün başına dek yaptığımız toplam 570 kilometre boyunca aklımın bir kısmını bıraktığım iki yer oldu. Şimdi yola çıkmamız gerekiyor bugün yol uzun, yaklaşık 120 kilometre süreceğiz. Akşam Northampton'da şu Durham'ı güzelce anlatırım size.

Previously on the Tour of the UK


3. günde Newcastle güneyine doğru sürüyoruz. Öğle yemeği molamızı planladığımız Durham şehri girişi. Çağrı trafik kurallarına uyum konusunda ingilizden çok ingilizci gibi davranıp bazen beni çileden çıkarıyor. Ama haksız sayılmaz, çünkü ben bisikletin trafiğin öksüz çocuğu olduğu bir memlekette sürmeye alışkınım. Bisiklet için trafik yasası olmayınca kendi kuralınızı kendiniz koyuyorsunuz. işime geldiği zaman yaya, işime geldiği zaman araç gibi davranıyorum. Burada her şey farklı, kırmızı ışıkta bisikletinle bekleyeceğin yerden otoyolda sürerken nasıl sapak aşacağına dair her şey yazılı ve madem yazmışlar uymak gerekiyor. İşte Çağrı da böyle bekliyor ışıkta, ben on defa geçtiydim şimdiye..

Previously on the Tour of the UK


Angel of the North. Newcastle çıkışında oldukça uzak mesafeden farkedilebilen dev bir  çelik heykel. yüksekliği 21 metreyd yanlış hatırlamıyorsam. Kanat açıklığını yazmamışlar bence kanat açıklığı önemli.

Sunday 29 August 2010

Previously on the Tour of theUK


Newcastle. Google earth'den bulunmuş otel bu kadar olur. Şehrin endüstriyel merkezinde (yeterince yukarıdan bakarsan şehir merkezi işte..) fabrikalar, sovyetler birliği toplu konutlar ve elbette kipub'lar arasında tam anlamıyla bir 'dodgy' otel. Bisikletlerimizi sözde 'safe spot' olan garajın arkasında bir çıkmaza kilitledik, arkamızı döndüğümüz andan ertesi sabah aynı yerde bulduğumuz ana dek ise gitti güzelim bisikletler'den ne yaparız bundan sonra'ya değişen olumsuzlukta dürtü fırtınası ile ruhani bir mücadele verdik. daha ikinci gün, vücutlar ham, geberesiye yorgun olmasak uyuyamazdık. Otelin içine girmemizle bisikletlerin çalınma korkusu birden gülünç bir hal aldı gözümüzde. Bisiklet neymiş canım'dı, biz otelden tek parça çıkalım gerisi önemsizdi. Otelin pub'ı yeşil yol holiganları film seti gibiydi. Biz de insan pub'ına girmiş iki hobbit'tik aslında. Çok ortalıkta dolanmadan odamıza çıktık. Odanın kapısında sayı yerine bu ismi gördük: Heather. Bütün odaların kapısında kadın isimleri vardı, herhalde her bir odaya içinde öldürülen fahişenin ismi veriliyor diye düşünüp geçtik (ama nasıl yorgunuz..). Çağrı skype yaparken ben de küveti doldurdum, 10 dakika sonra otelin Hint asıllı sevimli barmen-garson-resepsiyonisti odaya gelip nazikçe 'pub'a su akıyor küvet taşmış olabilir mi?' diye sordu. Hemen özür diledik. Bütün beklentilerimiz aksine gece çok sakin ve rahat geçti. Ne bisikletler çalındı, ne dazlak saldırdı ne de başka bir şey. Aslına bakarsanız kimsenin de umrunda değildik zaten..

Bu gördüğünüz bir bisikletçi çantası. Güzelim bir vaude. Önceki akşamdan yıkanmış ama bir türlü kuruyamayan tişört ön cepheden, çoraplar da yanlardan olmak üzere çepeçevre çantaya askıntı olmuş halde. Ertesi gün (3. gün) girdiğim bütün dükkanlarda uyandırdığım tedirginliği günün sonunda anlayabildim ancak.

Robin Hood'un izinde..


6. günde 109 kilometrenin sonunda Nottingham'a vardık. Sabah kahvaltımız açık büfe olduğu için çıkabilmemiz biraz zaman aldı. Scunthorpe adanın işlek anayollarından uzak küçük bir kasabaydı. Kahvaltı sırasında Çağrı'ya yönelttiğim 'Raspbery böğürtlen miydi lan?' sorusuna çalışanlardan birinden türkçe karşılık aldığımıza bu yüzden bu kadar şaşırdık. Bir ingilizle evli, bir kızı var. Mutlu görünüyordu ve belli ki türkçe konuşmayı çok özlemişti, sadece kasabada değil yakın çevresindeki tek türk olduğunu varsayarsak. Saat 10 buçuk gibi otelin kapısından kafamızı çıkarmamızla yağmur indirdi. Şiddetli rüzgara rağmen yağış henüz kendini kaybetmediği için ağırdan alarak sürmeye karar verdik. Şehir çıkışında yağış gücünü kaybetti ama rüzgar, genellikle sağ yanımızda ama bazen arkamızda, tüm gün boyunca bizi düşürmeye çalıştı. Arkamızdan ittirdiği zamanlar 40km/saat hıza varabildiğimizden sesimizi çıkarmadık. Rüzgarın sağımızdan kuvvetle estiği sırada bize korunak sağlayan ağaçların birkaç metrelik boşluğunda rüzgardan yediğim tokatla tekerim yerden kesildi. Son anda toparlayıp düşmekten kurtuldum ama ilk defa başıma gelen bu durumla ilgili bisikletçileri uyarmak isterim. Aynı şekilde sağdan aldığımız rüzgarla giderken yanımızdan geçen büyük bir araç rüzgarı kestiğinde, karşı direnç tarafına devrik direksiyonum yüzünden kendimi örneğin bir tıra doğru yanaşırken buluyorum ama bunu bilirsiniz zaten..
Retford isimli sevimli bir kasabada yemek yedik(İngilizler mutfak konusunda gerçekten gariban bir millet..) ve çok beklemeden yola çıktık. Günün oyalanma safhasını Sherwood ormanına saklamaya karar vermiştik. Ormana girmeden önceki kavşakta rüzgar bizi resmen alabora etti. Yeniden arkamıza alana kadar rüzgarlık yağmurluk dinlemeden içimize işleyen uçak motoru gibi bir hava akımı oldukça sersemletti bizi. Sonra mutlu son Sherwood ormanına girdik ve birden rüzgar da sesler de kesildi. Şimdiye kadar gördüğüm en büyük ve en sık orman. Gözün alabildiğine pofuduk ağaç toplulukları aralarda yer yer tıkız yeşil çimenlikler bırakarak bir araya toplanmış. yaklaşık 40 kilometre süren orman içi yolu boyunca yanlarımız sadece birkaç kez açıldı. 40 kilometre boyunca çektiğim her resimden aynı görüntüyü elde edince fotoğraf çekmekten vazgeçtim.
 Sherwood ormanı içinde seyreden Nottingham yoluna dönüp 9 mil (artis) gittikten sonra sağa doğru dönen 'Sherwood Orman İçi Dinlenme Tesisleri - Canlı alabalık - kendin pişir kendin ye' sapağı ayrılıyor. Buradan 3 mil sonra Robin Hood müzesi, Robin abinin saklandığı yer olan Major Oak adlı bir ağaç ve güzel bir kafeterya var. Buraya da bir göz attıktan sonra yüksek bir tempo ile Nottingham ile aramızda kalan 35 kilometreyi de yedik. ve işte burada otelimizdeyiz. Şimdi izninizle banyo sıram geldi, artık turun ritüeli haline gelen kaynar su dolu küvette bana bu turu armağan eden kaslarımı ödüllendirmem gerekiyor. Akşama yeni fotoğrafları da ekleyeceğim, tek seferde koyduğum resimleri site kafasına göre sayfalara böldüğü için tümünü göster gibi bir komutla bakmaya çalışın. 6. gün de bitti. Son 3 gün..

6. gün sabahı


Scunthorpe'dan birazdan yola çıkıp Nottingham'a gidiyoruz. Yolda Sherwood isimli bir ormandan geçeceğiz. Tanıdık geldi mi bir yerden?

Saturday 28 August 2010

Fincancı katırı

Previously on the Tour of the UK


Ottenburn'dan 10 kilometre sonra yeniden tırmanmaya başladık. Bu seferki daha dik (%6 gibi, bilemedin 7) ama daha kısaydı, 3 kilometre sonra iyice düzleşti, 5. kilometrede de zirveyi gördük. Çevredeki yegane yükselti olması haddinden uçsuz bucaksız (adadasın, yavaş..) toprakları ayağımızın altına seriverdi.

Previously on the Tour of the UK


Ottenburn Savaşı anıtı. (1338'de İskoçlarla İngilizler arasında tarla sınırı kavgası) Bu çevrede ağaçlar daha bir gür daha bir garip..lan?

Previously on the Tour of the UK


Yol boyunca çektiğim Trek reklamlarından biri. Bunlardan birkaçını okutsam bir sonraki turun sermayesi çıkar aslında..

Previously on the Tour of the UK

Biraz da ironi diyoruz, soluklandığımız bir otobüs durağı. (Hayır binmedik.)

Previously on the Tour of the UK


Aslında bu bir yol değil, biriktirdiği sular bize 3-4 kilometredir eşlik eden bir baraj.

Previously on the Tour of the UK

Previously on the Tour of UK


Bu bayrağı gördüğüne kimse bizim kadar sevinmemiştir. Yaklaşık 8 kilometrelik %4-5 gibi bir tırmanış sonrasında sınır noktasına vardık. Burada kurulmuş olan snack karavanından birer bacon'lu sandviçi boğazımızdan içeri attık, rüzgarlıkları burnumuza kadar çekip 45 km/h kurundan çıktığımız yokuşu bozdurduk.

Bulunabileceğiniz en görkemli 'you're here' bu olsa gerek. Yolumuzun üzerinde aşılması gereken bir yükselti daha olduğunu bu haritada farkettik, ama İngiltere'ye giriyoz lan! nidaları arasında kayboldu gitti. Zirvede birlikte yemek yediğimiz Newcastle'dan motorlu amca ikinci tırmanışın daha dik ve kısa olduğunu söyledi.

Previously on the Tour of UK


Gözünün yeşil pigmentini bitiren bir yolda çağrı, birazdan İskoçya - İngiltere sınırını geçmekiçin 450 metreye tırmanacağından habersiz gidiyor.

Previously on the Tour of UK


Jedburgh'un yolluk niyetine gözümüzü doyurduğu son doğal güzelliği, kaldığımız misafirhanenin bahçesinden de geçen dere. Bu dere üzerindeki tahta köprüden geçer geçmez kendimizi bir önceki gece bir ayrılıp bir daha kavuşamadığımız A68'de bulduk. Yolun 30 metre içerisindeki çiftliğe arka yoldan 4.5 kilometre sonra varabilmiştik. daha doğrusu biz kaybolmuştuk, çiftlik sahibi bizi bulup varmamızı sağladı. İlk günden iyi bir başlangıç..

2. günün sabahı, saat 10:15, Newcastle'a doğru yola çıkmaya hazırız. Akşam yıkanmış ancak Britanya'nın ıslak çamaşırdan daha nemli havasında kurumamış tişört yolda (bir ihtimal) kurumak üzere çantadan sarkmakta. Fernierhirst Mill Lodge'u adını söylemeyi tam beceremeden terk ediyorum.

5. gün York - Scunthk..ney?


Turun 5. gününde rotamızda önemli bir değişiklik yaptık. Turun başında bugün için York - Leeds parkuru planlamıştık. Ardından da Leeds'ten Manchaster'a  gidecektik. Bizi caydıran en önemli nokta büyük şehirlerin girişinde yaşadığımız perişanlık oldu. Newcastle girişinde otoyol ağında kaybolduğumuzdan beri gidiş-gelişi ayrılmış yollardan uzak duruyoruz.

Leeds de, Manchaster da çok büyük yerleşim alanına sahip, şehir merkezine varana kadar yeni inşa edimiş sevimsiz banliyölerden çamur içinde fabrikalara kadar binbir türlü dert çekiyoruz, bu bir. İkincisi Manchaster yolundaki yokuşlar, her ne kadar nefis bir yol manzarası olsa da biraz gözümüzü korkuttu. Yokuş ve rüzgar bu işin iki şeytanı, sürekli canınızı yakmaya çalışıyorlar. Bu ikisiyle bir şekilde barışık olmak gerek yoksa her virajın arkasındaki yokuş korkusu veya rüzgar karşıma döner mi telaşı ile bisikletten keyif almak olası değil. Manchaster - Nottingham yolu üzerinde neredeyse aralıksız orman, 3 tane de muhteşem Hall vardı, bunları beni bisikletle tanıştıran amcam ile birlikte sürmek üzere saklıyorum..

5. gün York - Scunthk..ney?


Turun 5. gününde rotamızda önemli bir değişiklik yaptık. Turun başında bugün için York - Leeds parkuru planlamıştık. Ardından da Leeds'ten Manchaster'a  gidecektik. Bizi caydıran en önemli nokta büyük şehirlerin girişinde yaşadığımız perişanlık oldu. Newcastle girişinde otoyol ağında kaybolduğumuzdan beri gidiş-gelişi ayrılmış yollardan uzak duruyoruz.

Leeds de, Manchaster da çok büyük yerleşim alanına sahip, şehir merkezine varana kadar yeni inşa edimiş sevimsiz banliyölerden çamur içinde fabrikalara kadar binbir türlü dert çekiyoruz, bu bir. İkincisi Manchaster yolundaki yokuşlar, her ne kadar nefis bir yol manzarası olsa da biraz gözümüzü korkuttu. Yokuş ve rüzgar bu işin iki şeytanı, sürekli canınızı yakmaya çalışıyorlar. Bu ikisiyle bir şekilde barışık olmak gerek yoksa her virajın arkasındaki yokuş korkusu veya rüzgar karşıma döner mi telaşı ile bisikletten keyif almak olası değil. Manchaster - Nottingham yolu üzerinde neredeyse aralıksız orman, 3 tane de muhteşem Hall vardı, bunları beni bisikletle tanıştıran amcam ile birlikte sürmek üzere saklıyorum..

Friday 27 August 2010

Previously on the Tour of UK


Günde ortalama 6 saat aynı yere baktığımdan artık gözümü kapatınca pedal çeviren Çağrılar görüyorum. Burası birinci günden peebles çıkışı, Galashiels'e varma peşindeyiz. İskoçya sınırları içinde bir an bile ormandan çıkmadık, asfaltın orta çizgisindeki çatlaklardan bile otlar fışkırmıştı. İngiltereye geçtiğimizde bu ormanlar güneye gittikçe yerini uçsuz bucaksız çayırlara bıraktı.

Peebles'dan sonra Galashiels'e doğru tatlı tırmanışlar var.

Previously on the Tour of UK

Burası Peebles kasabası, birinci gün ilk durağımız. Girmeden hemen önce akça pakça girelim şehre diyerek bizi yıkayan bulutlar dalga geçer gibi güneş gösterip vermiyor. Hayatla bağdaşmayacağı bir ısıda İngiliz teyze becerisi ile renk tayfı çiçek açan evrim harikası bitkiler ve her şehrin vazgeçilmezi kilise..Her adımını saatli atan bir memlekette öğle yemek saatini geçirmiş olduğumuzdan Edinburgh'da hazırladığımız sandviçlere mum olduk. onu da arı musallat oldu rahat yiyemedim.

15 km önce sağlam bir kasiste bisiklet bir hafifler gibi olduydu meğer kilidimizi düşürmüşüm. Bu şehirden yenisini aldık.

Knaresborough


Bugün yediği bir Tesco sandviçinden sonra ne koydularsa artık içine Çağrı'ya bir haller oldu. Manda kasa bisikleti 35km/sa hızla kovalar buldum kendimi. Sorunca yol düzdü, rüzgar yoktu falan diyor ama ben doping aldığını biliyorum. Çağrı'nın sponsoru Sneakers, benimki Twix. Karamelden kurtuluş yok, marmite'lı gofretten bulamadım hala!

Knaresborough

Bir gün mutlaka buraya dönerim ben..

Knaresborough


Knaresborough ve Nidd nehri. köprüde seyrettiğimiz süre boyunca aşağıdaki kanocular su savaşı yaptı. Hemen arkamda 'The World's End' isimli Pub vardı, Edinburgh'daki ile adaş. Knaresborough'da zamanımız yetmediği için göremediğimiz damlamacalı mağara kaldı. Anladığım kadarıyla akan sudaki mineraller birikerek sarkıtlar oluşturuyor, insanlar da su damlayan yerin altına oyuncaklar objeler asıp bir süre sonra taşlaşmış olarak buluyorlar.

York'a Hoş geldiniz.

4. günün sonunda Northallerton ve Knaresborough üzerinden York şehrine vardık. 107 kilometrelik bir parkur normal bir eğim dağılımı gösterse yorucu olabilecekken karşımıza kayda değer tek bir yükselti çıkarmaması sonucunda ikimiz de kendimizi yorgun hissetmiyoruz. Bugün gerçek bir sprint etabı yaşadık, ortalamamız 18km/saat'e yükseldi.

Bugün uğradığımız Knaresborough isimli kasaba benim ve bu tur için çok önemliydi. Bu turun fikrinin olgunlaşması döneminde google earth içinde geçirdiğim saatler boyunca beni heyecanlandıran, uğruna böyle bir tur düzenlenecek ya da turun rotasını saptıracak güzellikteki yerlerin en başında geliyordu. bir bakıma bu yolculuğun merkezi gibi, peki o vakit neden kalmadık orada? Birincisi York'ta rezervasyonumuz vardı, ikincisi de en başından beri söylediğimiz gibi önemli olan bu kasabalarda ve bu yollarda bulunmak, geçmek. Dinlenmek haricinde burada yaşamıyor olmanın avuntusu gibi bir gece geçirmeyi kabul etmiyoruz.

Bu resimlerden 4 günün 3'ünde çektik. newcastle girişi otoban gibi olduğundan fırsatımız olmadı. Bundan sonra da turun hatırası için olabildiğince biriktirmek istiyoruz. Neden siz yoksunuz fotoğrafta? bir çekecek kimse yok, iki bisikletlerimiz bizden daha önemli!







Burası Knaresborough, bahsettiğim yer. Sakin sakin akan bir nehir üzerine kurulu bulduğumuz (Durham'dan sonra)ikinci şehir. Şehrin girişi herhangi bir Britanya kasabası gibi, orta genişlikte bir cadde, caddenin her iki yanında bisiklet yolları ve kaldırımlar, son olarak yolun iki yanına biblo gibi dizilmiş kırmızı tuğlalı, iki katlı cumbalı evler. Evlerin, bu kadar boktan bir havada envai çeşit çiçek nasıl yetişir şüpheleri coşturan ödüllü bahçeleri. İlerledikçe şehrin tarihi geri sarmaya başlıyor, evler eskiyor, dokular soluyor ve etraftaki objeler, arabaları saymazsanız ortaçağ aletleri ile üretilebilir hale geliyor. Sonra bir nehir yolunuzu kesiyor ki düşünmeden içine atlamak istiyorsunuz. Kimbilir ne zamandan bir köprü şu anda tramvay yolu olarak  kullanılıyor. İngiliz hayranı bir Talat Paşa olarak ben hemen adamların ta ne zamandan ne kadar sağlam bir köprü inşaa ettiğinden dem vuruyorum. Çağrı bir öfleyip pedala basıyor. Şehrin Kuzey kıyısındaki kaleyedoğru yola çıkıyoruz.