Wednesday 1 September 2010

9. gün, bitirmeye kıyamadık..


Thatcham bizim son durağımızdı aslında. Londra'nın 45 dakika güneybatısında yer alan bu sevimli kasabada yaşıyor halam, eşi Mark ve iki oğlu Thomas ve James ile. Bu turun haritası duvardaki panoya ilk asıldığında varış raptiyesi Thatcham'a saplıydı. Bugün de planladığımız turun son etabını yaptık ve Thatcham'a vardık. Sanki sırf varamamak için de koca britanyayı sorunsuz katettikten sonra gelip küçücük Thatcham'da kaybolduk. Sabah Oxford'da Çağrı 'Thatcham girişinin screenshot'unu alayım mı?' diye sorduğunda 'yok abi ben bulurum evi' şeklinde bir babayiğitlik yapmamış olsaydım net 40 dakika önce evde halamın hazırladığı şahane sofraya kurulmuş olurduk. Yaşadığım yanılgı, daha önce aynı yolları arabayla katetmiş olmamdan kaynaklandı, mesafeler aklımda kalandan uzun göründüğünde yanlış dönüşler yaptık ve sonunda girişi balonlarla süslenmiş sıcak yuvamızı bulabilmemiz için bir tren istasyonu ve yerel halktan üç kişi gerekti. 
Planladığımız varış noktasına ulaşmış olmamıza rağmen biz turumuzu henüz bitirmiyoruz.Yarın soluklanıp etrafı gezdikten sonra ertesi gün Thatcham'ın güneybatısında yaklaşık 70 kilometre uzaklıkta olan Stonehenge'e gideceğiz. Gidiş-dönüş 140 kilometreyi bulacak olsa da sırt çantalarımızda sadece birer sandviç olacağı için (hatta bisiklet çantası ve taşıyıcısını söküp Çağrı'yı bir 10 kilo hafifletebileceğimizi düşünüyoruz) rahatlıkla üstesinden geleceğiz. Londra'ya girişimiz yine 4 eylülde gerçekleşecek ama büyük olasılıkla şehir merkezine trenle ulaşacağız (evet Newcastle travması, artık ne olduysa bize orada?). Gerçek nedeni şu, Londra içinde yorgun pedalla sürmemek için gidiş yolunu bir şekilde atlamak durumundayız. Yarın boş günümüz 3. günün gecesinde kaldığım hikayemize devam edebileceğimi umuyorum. Bisiklet sürmeyecek olmak çok garibimize gidiyor, arada refleks pedal hareketleri yapacağımı tahmin ediyorum. 

Edinburgh'dan buraya 824 kilometre boyunca yol kenarını bir an bile başıboş bırakmayan sıkı çimen örtüsü üzerine gölgemizi düşürdük. Kalemi kaldırmadan çizilmiş bir çizgi gibi lastiğimizin izini takip edebilirsiniz. Gördüğümüz her bisikletliye selam verdik, iki elin parmağını geçmez sayıda sürücü kornasının yerini hatırladı sayemizde. Bir sürü böğürtlen yedik yol kenarından ama karnımızı ağrıtacak kadar değil. Etrafa hiç zararımız dokunmadı, rüzgarın yönünü kestirmek için koparıp savurduğumuz birkaç tutan ot, bir de atan zinciri takarken elimiz yağ olmasın diye kopardığımız yaprakları saymazsak. Yol boyunca tek bir taşın dahi yerini değiştirmeye kıyamadık, hiçbir şeyi sahiplenmedik sadece geçip gittik. Ha köpek olsak, britanyanın yarısı üzerinde hak iddia edebilirdik şu an ama bunun ayrıntısına girmemek daha iyi. Yolun kötü bir huyu var, zamana sığmıyor. Biz sığdırabildiğimiz kadarını katedip, öğrenip sonunda her gün git-gel aşındırdığımız bilindik yollara geri dönmek zorundayız. Yol boyunca yeterince insanla konuşup, yeterince bisikletliye selam verdiysek eğer, bir ihtimal hikayemiz anlatılmayı sürdürür ve gölgemiz biz olmasak da sürmeye devam eder britanya yollarında..  

1 comment:

  1. Birincisi tebrik ederim.

    İkincisi blogun isminin one girl two cup çağrıştırması da beni benden alıp duruyor yeğenler :)

    Üçüncüsü bence highlandse geri çıkın.

    ReplyDelete