Uzun süren bir sessizlikten sonra, öngördüğümden olacak görkemli bir dönüş yapabilmek için York'ta bırakmıştım sözü. Soluk akşamüstü ışıkları ve gözümüzü perdeleyen yorgunlukla farkına varamadığımız, dahası farkına varacak kadar içine işleyemediğimiz (yemek yediğimiz pub ile otel arasında tek bir çizgide gidip gelmiştik)York şehri ışıl ışıl gün ışığının cömertliğiyle tören gibi bir uğurlama hazırlamıştı bize. bir gece önce gördüklerimiz bir başka turistik kasaba marketinde kartpostal bakmışız gibi geldi. York kalesi hariç.
Şehirle otelimiz arasında bulunan nehri kateden taş köprüyü geçer geçmez sağımızda bodur bir tepenin üzerinde, en ufak fethedilme kaygısı taşımazmış gibi rahat bu burç karşımıza çıktı. Koskoca Minster dururken üzerine çevirilen spotlara bir anlam veremeyen ve olabildiğince az ışık yansıtmaya çalışan eskimiş gri-sarı taşlar, bu da yetmezmiş gibi bir de dolunayın ışığından saklanmaya çalışıyordu. Ağır çekmesin diye düzgün bir fotoğraf makinası taşıyamadığımıza üzüldüğümüz anlar hiç seyrek değildi yol boyunca. Ama bu gece arkadaşım Ozan'ın emektar makinası ve sabrımız sayesinde bu güzel görüntüyü saklamada belleğimize yardımcı olabildik. (Garibim makinanın da onca yara ve röntgen resmi çektikten sonra gözü gönlü açıldı..)
Daha Minster'ı görmeden bile York şehri sokaklarının sevimliliği ile bizi büyüledi. Üç basamaklı turistik etiketlerle dolu küçük butik dükkanların süslediği sayfiye kokulu sokaklarda kalabalıktan ötürü kısa sürede bisikletlerimizden indik. York Minster'in iki kulesi yürüdüğümüz sokağın sonunda kiremit kırmızısı binalar üzerinde yükseliyordu. O mesafeden henüz ihtişamını kestiremediğimiz için biz hala yol üzerindeki pub'larla (ki her birinin hikayesi birer Guinness içme süresinde ancak anlatılır..) oyalanıyorduk. Guy Fawkes'in doğduğu yer in publaştırılması sonucu ortaya çıkan bu görülesi yer (landmark) bunlardan biriydi. gördük, beğendik, döneriz dedik.
York sokakları, İstanbul Cihangir'de bir benzerini görebileceğiniz rastgelelikte dizilmiş, genişi darı çıkanı çıkmayanı bir sürü bağlantıyla Minster'ı bir ağ gibi sarıyor. Kaybolmak için can attığımız biblo gibi bu labirentten, kocaman katedralin ne yazık ki her köşe başından kafasını uzatması sonucu kısa sürede geçip, York Minster'in etrafında tamamını görüş alanınıza sığdırabilmeniz için bırakılmış geniş boşluğa açıldık. İki tip insan vardı çevremizde, geniş meydanda sanki ptt binasıymış gibi başını kaldırıp muhteşem katedralin yüzüne bakmadan yürüyüp giden insanlar ve bunların arasında bütün omurgasıyla arkaya doğru eğilmiş, başını geriye atmış bir elini alnına siper etmiş katedralin cüssesini, güzelliğini, gerçekliğini algılamaya çalışan insanlar. Bu sonuncu grubun ağızlarının açık olması başlarını aşırı geriye atmalarından olabileceği gibi şaşkınlıktan da olabilir. Çünkü York katedralini seyrederken kapılmaya mahkum olduğunuz düşünce akışı sizi gerçekten şaşırtıcı yerlere götürebiliyor.
Katedralin huzuruna çıktığımda ilk yaptığım, yapının bulunduğum cephesinin tam ortasından geçen çizgi üzerinde durmak oldu. (tam ortalayamamış olabilirim, evet..) önümde yükselen iki kulenin göğe yöneltilmiş mızrak uçları gibi işlemeleri minnetten çok bir tehdit hissi uyandırdı içimde. Karşımda duran kuşkusuz huzur dolu bir tapınaktan çok baştan aşağı silahlanmış ilkel bir ordunun uzaktan görünüşünü andırıyordu. Ola ki tanrı başarısız olup da yeryüzüne düşmeye kalkarsa altında fena halde canını yakmaya hazır bir tuzak kurmuştu insanlar. Gözlerimi tam karşımda sinsi bir davetkarlıkla duran iki kanatlı ahşap kapıdan yavaş yavaş yukarı kaldırmaya başladım. 30 metreden daha uzun sürecek olan bu tırmanış, bana daha yolun yarısında 2001 space oddessey filminin giriş sahnesini hatırlattı ve sonu bir türlü gelmeyen uzay gemisi geçerken çalan müziği mırıldanmaya başladım. Küçükken babamla kumsalda ıslak kum damlatarak yaptığımız şatolara benzediğinden olacak gotik mimariyi çok beğenirim. Bütün iğneler bütün üçgenler rahatsız edici bir rastgelelikle dizilmiş gibi görünür ta ki gözünüz seçebilirse veya takip edebilirseniz simetri eksenin karşı yakasında aynı dizilimi bulana kadar. Denk gelebileceğiniz yumuşak kavisli bir çizgi veya bir eğri, çok geçmeden gökyüzüne dönük bir sivrilikle sonlanacaktır merak etmeyin. Gördüklerimin zihnimde canlandırdığı bir diğer resim, popüler bilim dergilerini sıkça süsledikleri pahalı minerallerin mikroskop altındaki kristal görüntüleri oldu. Yeterince yakından baktığınızda üstüste oyulmuş yüzlerce çivi, kılıç vb. nalburiye (blacksmith demek istiyor. ç.n.) birkaç adım geriden şimdiye kadar gördüğünüz en güzel yapıya dönüşüyordu.